Tarih Boyunca Ruh Sağlığı
ve Bozuklukları Nasıl Değerlendirildi?Ruhsal Hastalıklara
Nasıl Tanı Konuldu?Ne Tür Tedaviler
Uygulandı?Şizofreni Adı İlk
Ne Zaman Verildi?Ve Daha Onlarca Sorunun Yanıtı
Görmezden Gelmeyelim’de!
-
1843-1909 EWALD HECKER ve HEBEFRENİ
Hebefreni, ilk kez 1871 yılında Hecker tarafından tanımlanmıştır. Çoğunlukla 15-30 yaş arasında başlayan bu rahatsızlığa, Yunan mitolojisindeki gençlik tanrısı Hebe’den esinlenerek Hebefreni ismini verilmiştir.
En sık rastlanan şizofreni tiplerinden biridir. Birbiriyle bağdaşmayan fikirler, değişken yüz ifadeleri, sorulan soruyu anlamış olsa bile yersiz cevap verme, psödo-din ve felsefe fikirleriyle belli belirsiz ilgilenme, kişinin iddialı ama boş fikirler ileri sürmesi gibi belirtileri vardır. Bu hasta tiplerinde işitsel varsanılara sıkça rastlanmaktadır.
Dezorganize Şizofreni olarak da ifade edilen hebefreni, daha sonra şizofreninin bir alt tipi olarak kabul edilmiştir.
M.S. 40
Kökleri İnsana Benzeyen İlginç Bitki: ADAMOTUDe Materia Medica eserinde adı geçen şifalı bitkilerden biri de adamotudur. Kökleri insana benzeyen bu bitkide %0,3 oranında hiyosiyaminlerle skopolamin alkaloidleri bulunmaktadır. Bu madde zehirli olmakla birlikte aynı zamanda ağrı kesici, yatıştırıcı, cinsel gücü artırıcı etkileri için de yüzlerce yıl kullanılmıştır.
M.S. 130-200 GALEN
Galen, Antik Roma’nın en önemli hekimlerindendi. Deneysel fizyolojinin kurucusu ve dünyanın ilk spor hekimi olarak kabul edilmiştir. Hekimlerin İmparatoru, Şeyhû’s Seyadile (Hekimlerin Babası) gibi çeşitli unvanlarla anılmaktadır.
Tıp eğitimine M.S. 146-147’de Bergama’daki sağlık merkezi Asklepion’da başlamıştır. Hekimlik ve eğitimcilik yaşamında mevcut kavramları anatomi bilgisiyle birleştirmiştir. Bilginin, derlemelerden öte gözlemler ve deneyler sonucu elde edilmesi fikrini savunmuştur.
Galen, tıp ve ruhbilim arasındaki ilişkiyi en çok bütünleştiren hekim olmuştur. İnsan sağlığının kan, safra, kara safra, irinli iltihaptan oluşan dört vücut sıvısı arasındaki dengeye bağlı olduğu inanışını benimsemiştir.
M.S. 500-1500 ORTAÇAĞ
Ruh sağlığına ve hastalara yaklaşım, insanlığın ve medeniyetlerin gelişimiyle bir ölçüde paralellik gösterse de, özellikle Orta Çağ döneminde uygarlıklar arasında keskin ayrımlar ortaya çıkmıştır.
BATININ KARANLIĞI
Avrupa uygarlığı, Orta Çağ boyunca ruhsal hastalığı olanlara korku ve gizem çerçevesinden bakmıştır. Hıristiyan Avrupası, bilimdeki karanlığını tıp alanında da aynı şekilde devam ettirmiştir. Normal dışı davranışları gözlemlenen kişiler, ruhunu şeytana teslim etmiş bireyler olarak işkencelere maruz kalmış̧, hatta diri diri yakılmıştır. Dönemin en etkin gücü olan kiliseye bağlı bazı din adamları, ruh hastalarının nasıl cezalandırılacağına dair kitaplar yazmıştır. Dolayısıyla toplumları ruh sağlığıyla ilgili büyük bir çıkmaza sürüklemiştir.
-
DOĞUNUN AYDINLIĞI
Doğuda, İslam uygarlığının hakim olduğu coğrafyada batıdan tamamen farklı bir yaklaşım benimsenmiştir. Modern anlamda klinik tıp kurallarının uygulandığı, eski Yunan tıbbının canlandırıldığı ve akıl hastalarına karşı hoşgörünün esas alındığı bir aydınlanma dönemi başlamıştır.
Akıl hastalarının korunmasından ve bakımından toplumun sorumlu olduğu görüşünü benimseyen İslamiyet’in etkisiyle, gerek Osmanlı İmparatorluğu’nda gerekse ondan önceki İslam devletlerinde hastalara şefkatle yaklaşılmış, onları iyileştirme metodları denenmiş ve toplumun bir parçası olmalarına müsaade edilmiştir.
MAVİ AT
Yetmişli yılların başında İtalya’da büyük akıl hastanelerinin kapatılmasını ve hastaların toplum içinde tedavi edilmesi anlayışını savunan bir hareket başlatılmıştır.
1971’de Trieste’teki Akıl Hastanesi’nde 1.200 hasta bulunmaktadır. İtalyan sağlık sisteminde o dönemde gerçekleştirilen reformla birlikte, ruh sağlığı bütçesinin %94’ü toplum odaklı merkezlerin kurulmasına, sağlık ve sosyal hizmetlerin entegre edilmesine ayrılmıştır.
Bu dönüşümün sonrasında, hastaların iş edinme oranlarında artış, işlevselliklerinde yükselme ve suç oranlarında azalma gözlemlenmiştir.
1974 yılında, hastanenin kilitli kapıları açılmış ve hastaların diledikleri zaman dışarı çıkmalarına fırsat verilmiştir.
Geçmişte hastane faaliyetteyken hastane çalışanlarından başka hiç kimsenin dışarı çıkma hakkı olmadığı kurumdan çıkmasına izin verilen tek canlı çamaşırhaneden kirli çamaşırları dışarı götüren bir attır. Hastane yıkıldıktan sonra, hastane çalışanları ile halk ele ele vererek iki buçuk metre yüksekliğinde, ahşaptan mavi bir at yaparak hastanenin girişine yerleştirmiştir.Köklü değişiklikle birlikte bu at bir bakıma hastalara özgürlük verilmesinin ve toplumla bütünleştirilmelerinin bir sembolü haline gelmiştir.
Ankara’da Şizofreni Dernekleri
Federasyonu tarafından kurulan Mavi At Kafe’nin adı da bu öyküden gelmektedir. Şizofreni hastalarının çalıştığı bu kafe, hastaların topluma katılmaları ve bir iş sahibi olmalarını sağlamanın yanı sıra, toplumun bu hastalara karşı önyargısını yıkmak amacıyla kurulmuştur.HASTALARA ÖZGÜRLÜK
Philippe Pinel, psikiyatri alanındaki yenilikçi bakış açısı ve çalışmalarıyla tımarhanelerin gerçek bir hastane haline gelmesini sağlamıştır. Ruhsal hastalıkların tedavisinde yenilikler getirmekle kalmayıp, psikiyatrinin bağımsız bir tıp dalı olarak yerleşmesine de liderlik etmiştir. Tedavide sevecen, anlayışlı ve iyi niyetli bir yaklaşım benimsemiştir. Hastane çalışanlarının özel bir eğitimden geçmesi gerektiğini, akıl hastalıklarının özel kurumlarda tedavi altına alınmasını savunmuştur.
Salpêtrière Hastanesi’nin başhekimliğine geldikten sonra ve ruhsal hastalıkların tedavisi konusundaki düşüncelerini uygulamaya başlayarak zincire vurulmuş hastaların çözülmesini sağlamıştır.
Bu adım, akıl hastalıklarının tedavisinde önemli bir dönemeç olmuştur.
ASKLEPİON
Adını Yunan mitolojisinde Apollon’un oğlu ve Sağlık Tanrısı Asklepios’tan alan Bergama’daki Asklepion, Antik Çağ’ın en önemli sağlık merkezlerinden biridir. Aynı zamanda dönemin ünlü hekimlerinin yetiştiği bir tıp okulu ve dünyanın ilk ruhsal tedavi merkezi olarak da tarihe geçmiştir.
Kapısında, insanları uzun yaşatma iddiasında bulunması savıyla “Ölümün Girmesi Yasaktır” yazan “Vasiyetlerin Açılmadığı Yer” olarak bilinen Asklepion’da tedavide kullanılan telkin ve fizyoterapi uygulamaları, şekil değiştirse de günümüzde hala kullanılmaktadır. Asklepion’da yer alan ve kutsal olduğuna inanılan kaynak suyu halen akmaktadır.